Duygu ve düşüncelerini kaleme alarak bir ilki gerçekleştiren Osmanlı şehzadesi: Selahaddin Efendi
2019’un eylül ayında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan “5. Murad’ın Oğlu Selahaddin Efendi’nin Evrak ve Yazıları,” 1876 yılında üç ay ve üç gün saltanat sürmüş 33. Osmanlı padişahı V. Murad’ın tek oğlu olan Şehzade Selahaddin Efendi’nin (1861-1915) evraklarını ve yazılarını içeriyor. Babasının tahttan indirilmesinden sonra henüz 15 yaşındayken ailenin diğer fertleri ve hane halkıyla birlikte 28 yıl tecrit hayatı yaşamak mecburiyetinde kalan Selahaddin Efendi’nin çeşitli anılarını, duygu ve düşüncelerini kaleme aldığı biliniyor. “Sada-yı Mahpus” (Hapisteki Ses) adı altında topladığı yazı ve kayıtlarına ilaveten birkaç yıllık günlüklerini kapsayan bu yazılar, son dönem Osmanlı tarihinin en ilginç ve özgün kaynaklarından birini oluşturuyor. Tarihçi Prof. Dr. Edhem Eldem’in ayrıntılı açıklama ve yorumlarla yayına hazırladığı bu metinler; tıpkıbasımlarının yanı sıra Eldem’in her cildi tarihsel ve toplumsal bağlamı içine yerleştiren giriş yazılarıyla birlikte okuyuculara sunuldu.
“Kitaplar Arasında” etkinliğinde Edhem Eldem’i takdim eden Mehmet Beşikçi, Eldem’in kitabının uzun soluklu bir projenin ilk cildi olduğunu belirtti. Kitabın; giriş yazısı, Selahaddin Efendi’ye ait metinlerin transkripsiyonu ve orijinallerini içeren üç katmana sahip olduğunu açıklayan Beşikçi, bu serinin ikinci cildinin önümüzdeki haftalarda yayımlanacağı müjdesini verdi.
Nasıl eğitim aldığını tüm detaylarıyla kaydetmiş bir şehzade
Edhem Eldem, konuşmasında Selahaddin Efendi’nin evrak ve yazılarına dair ise şu bilgileri aktardı: “Yayına hazırladığım bu ilk ciltte, ağırlıklı olarak otobiyografik malzeme diyebileceğimiz Selahaddin Efendi’nin anılarından ve günlüklerinden örnekler bulunabilir. Ayrıca malzeme içerisinde Selahaddin Efendi’nin farklı yazılardan derlediği ciltler var. Bu malzemenin tam ortasında ise bir şehzade olarak onun kimliği, zihniyeti, inançları, düşünceleri yer alıyor. Osmanlı hanedanı içinde daha önce buna benzer bir işe girişen kimse olmamış. Selahaddin Efendi, bu gibi kayıtlar tutma anlamında bir ilk teşkil ediyor.
Selahaddin Efendi, yazılarının büyük kısmını 1880’lerde yani 20’li yaşlarındayken kaleme almış. Dolayısıyla gençliğinin verdiği heyecanla kendisini ciddiye alıp yazdıklarına basılı bir kitap muamelesi yapıyor. Yazarken o dönemin tipik bir kitap sayfasının, başlık sayfasının kopyasını oluşturuyor. Arada okuyucuya hitap ediyor.
Otobiyografik şekilde yazdığı anıları dışında siyasi türden kaleme aldığı makaleler mevcut. En büyük meselesi hürriyetten nasıl mahrum edildiğini anlatmak. İstibdata karşı başkaldırıyı yani 2. Abdülhamid dönemi retoriğini tekrar ediyor. Bu tür yazıları yazarken siyasi analizler yapmaya çalışıyor.
Suret-i tahsilim başlıklı kısımda da nasıl eğitildiğini detaylı bir şekilde anlatıyor. Bu kısım ayrıca önemli çünkü tarihçiler eğitim konusunda genellikle Osmanlı şehzadelerinin hangi hocalardan ders aldıklarının bir listesiyle karşılaşırlar. Pratikte bu eğitimin nasıl olduğunu bilemiyoruz. Selahaddin Efendi ise hocalarıyla hangi kitapları okuduğunu bile anlatmış. Yani yazdıklarından otobiyografik bir eğitim tarihi çıkıyor.”
Genelde istisnailiğin tarihi yazılıyor, aleladelik tarihi yazmak daha zordur
Modernite inancına sahip olmasının yanı sıra Selahaddin Efendi’nin bir Osmanlı hanedanı mensubu olarak kendisini bazı geleneksel değerlerin özellikle dinin koruyucusu olarak gördüğünü belirten Edhem Eldem, konuşmasına şu cümlelerde devam etti: “Eğitiminin açıkçası derme çatma olduğunu görüyoruz. Yine de şunu takdir etmek lazım: Çoğu Osmanlı özellikle imla ve gramer konusunda hatalı yazar fakat Selahaddin Efendi iyi yazıyor. Acele etmesiyle izah edilebilecek nadir hatalar yapıyor, kelime haznesi geniş. Felsefe eğitimi olmasa bile bazen felsefi analizlere girişiyor.”
Aynı nesilden diğer şehzadelerle mukayese edilirse eğitimi iyi. Bunun sebebinin de babası 5. Murat olduğunu kabul edilebilir. Babasının etkisi dışında kapalı kaldığı sürede kendisini yetiştirmek istediği için diğer şehzadelerden sıyrıldığını söylemek mümkün.
Selahaddin Efendi şehzade olduğu için istisnai bir kişilik olduğu zannedilebilir. Fakat başka açıdan bakarsak eğitim aldığı hocalarının çoğu bilinmeyen isimler. Bu da onu alelade bir insana dönüştürüyor. Tarihte istisnai kişiler üzerinden analiz yapmak problemlidir. Örneğin; o dönemde Müslüman İstanbullu orta sınıfını temsil eden Namık Kemal veya Ziya Paşa gibi istisnai kişiler üzerinden genel toplumu okumaya çalışırsak bir yere varamayız. Fakat bir dereceye kadar istisnai konumda bulunan Selahaddin Efendi, aldığı eğitimle zihniyet açısından ortalamaya yakınlaşıyor. Böylece aleladelik tarihi yazmak mümkün hale geliyor. Aleladelik tarihi yazmak her zaman daha zordur, genelde istisnailiğin tarihi yazılır."
Selahaddin Efendi’nin evrak ve yazılarından tarihçilere çıkacak konular sonsuz
1904’te babasının ölümünden sonra Selahaddin Efendi’nin hürriyete kavuştuğunu ve 1908’ten sonra tüm şehzadelerle birlikte onun da görünür olmaya başladığını açıklayan Edhem Eldem, buna rağmen Selahaddin Efendi’nin yazdığı tüm malzemeyi bir kenara kaldırdığını, bu yüzden bunların çok az kişi tarafından okunduğunun altını çizdi. Selahaddin Efendi’nin yer yer belgeci tarihçi rolüne soyunduğunu, babası ve Cleanthi Scalieri (1833-1892) arasındaki gizli yazışmanın kayıtlarını hiç yorumlamadan veya sadece dipnotlarda yorumlayarak kronolojik bir tasnifle kaleme aldığını belirten Edhem Eldem, Selahaddin Efendi’nin yazdıklarının geniş konu başlıkları içerdiğine ve tarihçiler için çeşitli değerlendirmeler yapma imkânı sağladığına dikkat çekti. Edhem Eldem konuşmasını şöyle sürdürdü: “Selahaddin Efendi’nin evrak ve yazılarını yayına hazırlarken ben de bu malzemenin içine dalıyorum ve yorumlamaya başlıyorum. Bu nedenle yayın süreci ağır gidiyor. Bana sorarsanız ileride bu malzemeden çıkacak araştırma konuları sonsuz. Örneğin, dönemin meteorolojik tarihine dair bir şey bile yazılabilir. Çünkü Selahaddin Efendi günlük kısımlarında havanın nasıl olduğunu hep kaydetmiş.
Ayrıca ben tarihçiliğimizde eksik kalmış bir alan olan saray antropolojisiyle de ilgileniyorum. Harem, kadınların büyük ölçüde yönettiği ama bizim anladığımız şekliyle iz bırakmadıkları bir dünya. Harem üzerine yapılan çalışmalarda iki farklı boyut var: Biri Oryantalizm ki buradan pek bir şey çıkmadığı anlaşıldı diğeri ise sarayın bir okul olduğunu, haremdeki kadınların hiç ezilmediğini savunan milli tarihçiliğimiz. İki uç nokta arasında büyük bir gri alan var. Selahaddin Efendi’nin yazdıkları bu gri alanı anlamlandırma konusunda yardımcı oluyor. Örneğin; Selahaddin Efendi, bir cariyeyle olan ilişkisini anlatırken kadının ona söylediklerini de yazmış. Yine de kadınlara bakışının sorunlu olduğu söylenebilir. Kadınlara meşru birer aktörlermiş gibi baktığını gösteren pek işaret yok.”