Araştırmacı Özlem Ezer: Seyahatnameler önyargılarımızı da ifşa ediyor

Boğaziçi Üniversitesi Yaz Okulu’nun bu seneki misafir öğretim üyeleri arasında yer alan Özlem Ezer, kadın seyyahlar üzerine ilgi çekici bir ders veriyor.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olan ve akademik çalışmalarına yurtdışında bağımsız araştırmacı olarak devam eden Özlem Ezer’in dört ayrı ülkede Suriyeli kadın mültecilerle yaptığı söyleşileri bir araya getirdiği, geçtiğimiz baharda yayınlanan ‘’Syrian Women Refugees: Personal Accounts of Transition‘’ ile ‘’Doğu, Batı ve Kadın - Üç Kadın Seyyahımızın Kaleminden’’  adlı kitapları bulunuyor. Sosyoloji, edebiyat ve kadın çalışmaları alanında Kanada, Amerika, Almanya, Hollanda, Yunanistan ve İsveç aralarında olmak üzere çeşitli ülkelerde çalışmalar yapan Özlem Ezer ile kadın seyyahlarla ilgili araştırmaları üzerine konuştuk.

Sizi  tanıyabilir miyiz? Boğaziçi Üniversitesi geçmişinizi ve halihazırda akademik alanda neler yapmakta olduğunuzu kısaca anlatır mısınız?

Özlem Ezer- Şu an ders vermekte olduğum bölümden yani İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezunum, bu da yaz okulu deneyimini benim için daha anlamlı kılıyor. Çok güzel ama aynı zamanda karmaşık ve nostaljik duygular... Örneğin John Freely’nin adının verildiği binada ders vereceğimi öğrendiğimde gözlerim doldu ve hemen onun yakın arkadaşı benim San Francisco’daki manevi annelerimden Mary Ann Whitten’a yazıp fotoğraf paylaştım. Tıpkı Süheyla Artemel gibi John Freely de çok değerli bir hocamızdı ve ikisi de artık burada değiller. Bunun gibi çok anlar yaşıyorum kampüste dolaşırken.

Yaklaşık 4 yıldır yurtdışında farklı üniversitelerde sadece araştırma ve yazma odaklı çalışiyorum.  Ara sıra maksimum 3-4 aylık kalışlar hariç 1998’den beri yurtdışında yaşıyorum. Üniversite bağı olmadığında yazarlık retreat’lerinde zamanımı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum ki Türkçe karşılığı inziva mekânı olsa gerek. Sadece yazıya ve iç seslere odaklandığınız, başka yazarlar dışında pek kimseyle görüşmediğiniz çok özel mekânlar.

Doktora uzmanlık alanım life writing denen, ilk kitabımda ‘yaşam yazımı’ olarak çevirdiğim verimli bir vaha ki buna eski seyahatnameler de daha dün yazılmış bloglar da dahil edilebilir. 2012’de  seyahatname analizine ara vererek sözlü tarihe yöneldim. 2016’ta Berkeley Üniversitesi’nde konuk araştırmacıyken aynı zamanda kampüste İleri Seviye Sözlü Tarih Sertifika programına devam ettim. Bu sayede ikinci kitabımın altyapısını sağlamlaştırdığımı ve kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum. 2016-2019 arasında Suriyeli kadın mültecilerle dört ülkede uzun soluklu görüşmeler gerçekleştirdim ve yaşam öykülerini yazdım. Kitabım Nisan ayında yayınlandı.

Aynı zamanda Atina ve Amsterdam’da hem göçmen kadınlarla hem de ilgili STK’larda eğitmenlerle atölye çalışmaları yaptım. Anlatacak o kadar çok sesi bastırılmış ya da önemsizleştirilmiş yaşam hikâyesi mevcut ki bu konuda işsiz kalma kaygım yok! Belli bir eğitim ve disiplin edinirse herkesin yaşamını en iyi şekilde anlatabileceğine inanıyorum. İdeal olan da bu zaten, aracının ortadan kalkması. Ortadoğu’da kiminle sohbet etseniz ‘hayatım roman olur’ der ama yazmaya gelince kimse uğraşmaz. Hem cesaret hem de disiplin eksikliğinden kaynaklı bence. Mahremiyet kavramı da hayalet gibi aramızda.

Kadın seyyahlarla ilgili araştırmalar yapmaya nasıl karar verdiniz?

Biraz ironik bir öyküsü var. Süheyla Artemel hocam bende iyi bir araştırmacı ve eleştirmen gördüğünü söylediği halde hadsizlik ederek akademisyen olmayı istemediğimi (sıkıcı buluyordum!), asıl hayalimin seyahat etmek olduğunu söylemiştim. “Neden ikisini birleştirmeyesin ki?” diye sordu. Aynı zamanda Işıl Baş’tan aldığım bir seçmeli ders sayesinde toplumsal cinsiyet ve kadın edebiyatı denilen çok keyif aldığım bir alan keşfetmiştim. Seyahat etmek benim için her daim en güzel, en renkli, en yoğunlaştırılmış okul olmuştur. Belki de kendi deneyimlerimi diğer kadın seyyahlarınkiyle harmanlamak istediğimden ve konuya olan tutkum sayesinde akademide kalmayı başardım. Ve yine akademide kalabildiğim içindir ki Almanya,  Kanada, ABD ve İsveç üniversitelerinden aldığım burslar ve desteklerle gayet deneyimli, iyi bir seyyah da oldum.

Boğaziçi Üniversitesi Yaz Okulu’nda bu sene kadın seyyahlarla ilgili çeşitli metinlerden oluşan bir ders açtınız. Bu derse katılan öğrenciler programın sonunda nasıl bir deneyim ve bilgi elde edecekler, nasıl bir program hedeflediniz?

2015 Bahar döneminde burada bu konuda bir ders açmış ve çok iyi geri dönüşler almıştım. O gruptan öğrencilerimle hala iletişimdeyiz. Seyahatnameler önyargılarımızı ve basmakalıp temsillerimizi açığa çıkaran birçok platformdan sadece birisi. Bu yaz içerikte biraz değişiklikler yaptım ama teorik altyapıyı tuttum ve Suriyeli mültecilerin ötekileştirilmesi dahil güncel sorunsallarla sentezledim.

Dersim, Şarkiyatçılık, ırkçılık, sömürgecilik ve Garbiyatçılık söylemlerine dair bilgiler edinecekleri bir farkındalık ortamı sunuyor aslında. Bu söylemlerin ‘içselleştirilmiş Oryantalizm’ ya da ‘örtük ırkçılık’ gibi birçok alt kolu var. Hepsini hakkıyla işlemek imkansız ama bir kez o farkındalık kapısı açıldı mı zaten öğrenciler bu konularda adeta bir radar geliştiriyor, en başta da kendileriyle bir yüzleşme yaşıyorlar. Kendisini en yansız, en masum zanneden kişilerde bile farklı olanlara karşı aileden ve geçmişten gelen çok ciddi önyargılar var. Seyyahları Batılı ve Doğulu diye ayırmaya kalktığımızda ne kadar yanıltıcı ve sınırlayıcı kalıplar içinden hareket ettiğimizi de bu metin analizleriyle örneklemiş oluyoruz.

2012 yılında Doğu, Batı ve Kadın - Üç Kadın Seyyahımızın Kaleminden adlı bir kitabınız yayımlandı, bu kitap yaz okulu dersinizi tasarlarken önemli bir kaynak oldu sanırız. Gerek kitabınızda gerekse yaz okulu dersinizde altını çizdiğiniz kadın yazarlar Halide Edip, Selma Ekrem ve Lady Mary Wortley Montagu’yu buluşturan çerçeveden biraz bahsedebilir miyiz? 

Kesinlikle doğru bir tespit. Ama aynı zamanda aradan geçen yedi senede neler olup bittiğini de bu dersi yeniden tasarlarken dikkatlice düşünmek durumundaydım. Birçok yeni yayın vardı, o yüzden güncelleme aşaması keyifli ama çok da zaman alan bir süreç oldu. Her şeyden önce Suriyeli mülteciler diye bir konumuz yoktu dünyaca!

Temsil analizlerinin en temelinde yer alan ve çok tehlikeli boyutlara varabilen, gayet sinsice kurgulanmış imge ya da stereotip bombardımanları ile her an karşı karşıyayız. Andığınız bu üç kadının ortak özelliği kadın yazar ve seyyah olarak içine düştükleri zorluk ve çelişkiler yumağı. Native informant kavramını da öğrencilerin ilginç bulduğunu düşünüyorum çünkü çoğu Erasmus ya da başka fırsatlarla şimdiden yurtdışı deneyimi kazanmış bireyler. Eserler İngilizce olarak yazılmış, bu kayda değer. En azından Halide Edip ve Selma Ekrem’in “hayali Batılı bir bakış” (imagined Western gaze) ve okur kurgulayarak yazdıklarını biliyoruz. Ona göre de kendi portrelerini çizerken pürdikkat haldeler çünkü Batı sempatizanı, eğitimli, çalışkan, cesur ama aynı zamanda hanımefendi(!) ve milliyetçi çizgilerini de koruyacak şekilde yazıyorlar. O idealize ettikleri kadın modeline uymayanlar da ötekileştiriliyor, özellikle de Araplar ve -henüz o yıllarda Suriye olmasa da- Suriyeliler. İlginç değil mi? Edip’in Inside India gezi kitabındaki Hintli kadınlar Araplar gibi olumsuz değilse de Türklerden daha geride tasvir edilmiş. Bazı yerleri masalsı bazı yerleriyse salt olgusal içerikli, akrobatik performans diyorum ben!

18. Yüzyılda  Batılı bir kadın seyyahın gözünden Doğu, 20. Yüzyılda ise Doğulu bir coğrafyaya ait kadın seyyahların kaleminden Batı nasıl betimlenmiş? Kadın, ev, toplum, sokak, erkek vb söz konusu olunca ne gibi gözlemler dikkat çekiyor? Size ilginç gelen ne gibi izlenim ve tespitler söz konusu oldu kadın seyyahları incelerken?

Bu sahiden çok uzun yanıtı olan bir soru çünkü 22 yıldır bu konuda aktif gözlemler yapıyorum ve paylaşıyorum. Sadece bir örnek üzerinden gidelim, aynı üç kadın üzerinden olsun ve denge amaçlı Grace Ellison (1880-1935) adında bir İngiliz gazeteci yazarı da ekleyelim:

Hepsi de Osmanlı-Türk kadınına dair harem ve hamam gibi cinsellik ve esaret kokan temsillerin haksızlık içerdiği konusunda hemfikir ve bugünden bakınca feminist diyebileceğimiz bir kaygıyla bu sterotipleri yazıyla düzeltmeye çalışıyorlar.

Hoş, Muhteşem Yüzyıl gibi bir dizi yapılıp dünya çapında pazarlanınca kadın yazarlarımız mezarında ters dönmüşlerdir muhtemelen! LM ve GE’ın düzeltme çabalarında çelişkiler ve Batılı okuru tatmin kaygısıyla biraz iki oynama söz konusu (Meyda Yeğenoğlu bu konuda ciddi eleştiriler yaptı) ama Halide Edip ve Selma Ekrem’dekinden farklı hesaplarla. Metinlerde “hamamlar ve haremler aslında İngiltere ve Amerika’da sadece kadınların kabul edildiği otel ve derneklerden farksız sosyalleşme mekânları” mesajını veren pasajlar var. Bu da 2011 armağanı Muhteşem Yüzyıl dizisindeki hayali Batılı gözle ya da içselleştirilmiş veya fırsatçı imgelerle karşılaştırırsanız hiç de fena değil. Son yıllarda en çok ilgimi çeken ancak derse tam entegre edemediğim bir konu da bu eserlerin basım sonrası yolculukları. Kapak tasarımı, fotoğraflar ve Türkçe’ye çevrilme serüvenleri başlı başına ayrı bir ders ve tez konusu olabilir. Derste verdiğim ipuçları ve slaytlara gelen hayret içerikli tepkilerden hissediyorum ki öğrencilerimden bazıları bu konuda çalışacaklar.

Kadın ve erkek seyyahlar, aynı dönemsel perspektif düşünüldüğünde, önyargılar anlamında birbirlerinden ne açılardan farklılaşıyor?

Kadınların daha insan ve iletişim odaklı seyahat ettiğini ve yazdığını gözlemliyoruz. Bu konuda genellemeler yapmak özcü ve yanıltıcı olabilir ama genel anlamda bu tespite katılıyorum.

Analiz ettiğimiz metinlerde de bunu gözlemlemek mümkün. Altında birçok neden var. Bazıları çok eskiye dayanıyor. Örneğin erkek seyyahlar devlet ya da özel otoriteler tarafından görevlendirilmiş veya sponsorla yola çıktıklarından gündemleri önceden belirlenmiş oluyor ve bunun dışına pek çıkabilen yok. Haliyle daha betimlemeli ya da kategoriye dayalı -kadınlara kıyasla- bana kuru ve taraflı gelen bir literatür söz konusu.

Toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı ego ya da yüksek özgüven de seyahatnameleri etkileyen onlarca diğer unsurlar arasında. Bir de erkek seyyahların kadınlara dair yazdıklarının çoğu hayali ya da yalan-yanlış bilgi içeren eski eserlerden kopyalanmış olabiliyor. Çünkü aslında Batılı bir seyyahın Doğu’da kadınların özel alanlarına girip sohbet etmesi ya da gözlem yapması söz konusu değil.