Göç uzmanı, sosyolog Prof. Dr. Filiz Garip: ‘’Araştırmacı olarak salt mantığa değil duygulara seslenen yolları da bulmalıyız’’

Tayland ve Meksika’da göç konusunda yürüttüğü çalışmalarla adından söz ettiren, araştırmalarında yapay zekâyı kullanarak farklı modellemelerle göç hareketlerini inceleyen Boğaziçi Üniversitesi mezunu sosyolog Prof. Dr. Filiz Garip, 2019 Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’na değer bulundu.
Fotoğraflar Filizgarip.com sitesinden alınmıştır.

Kariyerine mühendis olarak başladı.  Önce bir boru fabrikasında, sonra bir yazılım şirketinde çalıştı.  Yönetim danışmanlığı ve finans alanlarında bazı iş denemeleri oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nden 2000 yılında endüstri mühendisi olarak mezun olmuştu ancak çalışmak istediği alan bambaşkaydı. Yol ayrımına geldiği dönem Amerika’da yüksek lisans yapıyordu. Sosyolojinin açtığı yeni ufuk onu göç alanına yönlendirecekti. 

Tayland ve Meksika’da göç konusunda yürüttüğü çalışmalarla adından söz ettiren, araştırmalarında yapay zekâyı kullanarak farklı modellemelerle göç hareketlerini inceleyen Boğaziçi Üniversitesi mezunu Prof. Dr. Filiz Garip, 2019 Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’na değer bulundu. Cornell Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Garip aynı zamanda sosyal ağlar ve eşitsizlik konularında da çalışmalarını sürdürüyor.  

Göç, Bulgaristan’dan göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Prof. Dr. Filiz Garip’in yaşam öyküsünün belki de en önemli boyutunu oluşturuyor. Kendisini hala ‘’göçmen’’ olarak hissettiğini ifade eden Garip, dünyanın önde gelen üniversitelerinden birinde çok sevdiği bir alanda çalışma fırsatı bulmuş, ‘şanslı’’ bir bilim insanı kendi deyişiyle. 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra kısa bir dönem finans sektöründe çalışan; Princeton Üniversitesi’nde sosyoloji ile tanıştıktan sonra ise artık bu alanda ilerlemek istediğine karar veren Filiz Garip’in Princeton’dan aldığı doktora derecesi ona Harvard Üniversitesi’nin kapılarını açıyor. Harvard’da Meksika üzerine çalışmalar yürüten Garip aynı zamanda göç ve ekonomik sosyoloji konularında dersler veriyor. Son olarak Cornell Üniversitesi’ne katılan ve üniversitenin Ekonomi & Toplum Merkezi Direktörlüğü’nü üstlenen Prof. Dr. Garip sorularımızı Zoom’da yanıtladı.

144. Mezuniyet Töreni'nde Boğaziçi'nden mezun olduktan sonra bol dönemeçli bir yol çizdiğinizi ve bu yolun önemli bir kısmında farklı kararlar almak durumunda kaldığınızı anlatmıştınız.  Endüstri Mühendisliği'nden Sosyoloji'ye yol alan kariyerinizde sizin için en zor karar anı neydi, diye başlasak?

Türkiye’deki üniversite sistemi sorumluluğu bir şekilde üzerinizden alıyor; bir şekilde hepimiz o tercihleri yaparken biliyoruz ki 1. veya 5.tercihimize de girebiliriz. Bu sanki insanın düşünme yükünü kendi üzerinden alıyor. Üniversiteye hazırlanırken amacım çok iyi bir üniversitenin iyi bir bölümüne girmekti, ki çok sayıda öğrenci de böyle tercih yapıyor Türkiye’de. O yüzden Boğaziçi’ne ve Endüstri Mühendisliği’ne girince çok da sorgulamadım bu tercihi.

Fakat Boğaziçi’nde birkaç örnek çok dikkatimi çekmişti. Fotoğrafçılık Kulübünde Volkan adında bir arkadaşım vardı ve Fizik Bölümü’nden Sosyoloji’ye geçiş yapmıştı. Bu benim aklımda önemli bir yer etti. Üniversiteyi kazandığımda kendimi Boğaziçi’nde olduğum için çok şanslı hissediyordum aslına bakarsanız; bu yüzden bu bölümü gerçekten istiyor muydum diye sormak aklıma bile gelmiyordu. Aslında Amerika’ya başvurmayı da istememiştim. Ama Boğaziçi’nde arkadaşlarımdan o kadar çok başvuran vardı ki ‘’Acaba bir şey mi kaçırıyorum?’’ diye düşünmeye başlamıştım. 3.2 not ortalamasıyla bir yere kabul edilebileceğimi düşünmüyordum. Boğaziçi’nden Mehmet Ekmekçi adlı arkadaşım Amerika konusunda beni çok cesaretlendirdi. Başvurdum ve Amerika’ya geldim. Bu benim için ilk kritik karardı. Geldikten sonra Sosyoloji’ye başvurmak bir diğer önemli karardı. Ve aileme ‘’Ben mühendisliği bırakıp sosyolog oluyorum’’ demek ise işin en zor kısmıydı.

ABD'de finans sektöründeki ilk profesyonel işiniz size hayatta gerçekten yapmak istediğinizin ne olduğunu sorgulama fırsatı yarattı. Bu dönemde sosyoloji ile tanıştınız; bu sorgulama  nasıl bir ufuk açtı? Boğaziçi Üniversitesi'ndeki lisans yıllarınız bu yolculukta destekleyici oldu mu sizin için?

Boğaziçi çok özel bir yer. O zamanlar bunun o kadar farkında değildim. Boğaziçi’ni Boğaziçi yapan şey içindeki insanlar ve size verdikleri vizyon, o ortam, özgürlükler, orada tanıştığım insanlar, hocalarımız… Başka bir üniversiteye gitseydim yine güzel bir eğitim alacaktım muhakkak ama Boğaziçi’ndeki vizyon, orada tanıdığım kişiler bana çok farklı ufuklar açtı.

Bütün bunlar Türkiye’de çok azımızın yaşayabildiği bir deneyim. Hocalarımdan bazıları ile hala mailleşiyorum. Taner Bilgiç ve Gülay Barbarosoğlu benim için çok özel yerleri olan kişiler.

Hocalarınıza sosyoloji ile ilgili bir yol çizmek istediğinizi söylediğinizde nasıl tepkiler aldınız?

Mezuniyet töreni için geldiğimde İlhan Or hocayla konuştuğumu hatırlıyorum. ‘’İyi ki matematik bazlı bir alan okumuşsun’’ diyerek seçtiğim yolda beni cesaretlendirmişti. Diğer hocalarım da çok teşvik ettiler. Boğaziçi’ndeki hocalarımdan ‘’ Yapamazsın’’ gibi cesaret kırıcı sözler asla duymadım.

Göç alanında çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Sosyolojiye girerken sanıyordum ki üzerinde çalıştığım konuların gerçek olaylara etkisi olacak. Ancak sonra fark ettim ki, akademi kendi içine kapalı bir dünya. Gerçek hayata pek bir yansıması olmadığını görmek doğrusu beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Göç alanında çalışmak bu açıdan, gerçek problemler üzerine etki yaratmak bağlamında, bana bu fırsatı en çok tanıyacak alan gibi geldi.

Sosyolojiye başlarken üç alandan projelere dahil oldum; sosyal ağlar, eşitsizlik ve göç. Bu alanlardan sosyal ağlar veya eşitsizlik çok matematiksel olabilen alanlardı, bir mühendis olarak o alanlarda kendimi daha iyi gösterebilirdim belki. Ancak göç konusunu asla bırakmadım. Orada bilinçli bir tercih var.

Tayland ve Meksika üzerine kapsamlı araştırmalar yürüttünüz. Bir araştırmacı olarak, insanlık tarihi açısından yakın dönemde yaşanan en önemli veya etkileri anlamında en dramatik göç hikâyesi nedir sizce?

Büyüklük açısından baktığımızda Meksika’dan ABD’ye göç Amerika’nın demografik profilini tamamen değiştiren bir şey. 50 sene sonra Amerika’da Hispanikler en büyük çoğunluk olacak ve ABD’nin büyük çoğunluğu geçmişini Latin Amerika’ya bağlayacak. Ortadoğu’daki göç hareketleri de uzun yıllar dünya ekonomisini ve politikasını etkileyecek. Türkiye ve Ürdün gibi ülkeler şimdilik bu yükü kaldırmaya çalışan ülkeler. Avrupa’nın sorumluluklarını Türkiye’ye delege etmesi gibi problemler var. Önümüzdeki yıllarda bir diğer önemli göç ise iklim değişikliğine bağlı olacak. Şimdiden ufak ufak görmeye başladık bile. Türkiye de bundan etkilenecek. Kuraklık, su ve gıda sıkıntıları baş gösterecek. Maalesef göç geleceğin en önemli konularından biri olacak.

‘’Türkiye’deki göçmenlere dair çalışmak istiyorum’’

Suriye savaşı Ortadoğu ve Avrupa'da  siyasi dengeleri  sarsıcı etkiler yarattı. Türkiye'yi bu yakıcı sorunun merkezinde yer alan ve milyonlarca sığınmacıya sahip bir ülke olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ve Suriyeli sığınmacılar konusunu çalışmalarınıza dahil etmeyi düşünüyor musunuz?
 

Çok istiyorum. Rahmi M. Koç Bilim Madalyası sayesinde Türkiye ile aramda organik bir bağ oluştu. Umarım bu bağı sürdürebilirim. Türkiye’de bu alanda çalışan çok sayıda araştırmacı var. Ben de bu çalışmaların bir parçası olmak isterim. Aslında 2018 yazında Ankara’da Suriyeli göçmenlerle görüşmeye başlamıştım. O kadar yıkıcı hikâyelerle karşılaştım ki... Aylarca Tayland'da ve Meksika’da kaldım ve çok fazla acı hikâyeye tanık oldum ama Suriyeli göçmenlerin dinlediğim hikâyeleri bambaşkaydı. Sonra araya pandemi girdi ve saha çalışmasına devam etmek olanaksızlaştı.

Aslında Türkiye’de devletin üstlendiği büyük rol sebebiyle bu konuda oluşturduğu çok büyük bir veri var.  Bu sayede Türkiye’de göçmenler kayıt altında. Amerika’da ise düzensiz göç nedeniyle bu tür verileri farklı kaynaklardan temin etmek zorunda kalıyorsunuz veya ancak tahminlerle yetiniyorsunuz. Türkiye’deki veri tabanları araştırmacılara açılırsa bu alanda çok önemli analizler yapılabilir. Bu çok hassas ve etkisi uzun sürecek bir mesele. Sadece Türkiye değil tüm coğrafi bölgeyi ve Avrupa’yı uzun yıllar etkileyecek.


 

Araştırmalarınızda yapay zekâdan yararlanarak modellemeler kullanıyorsunuz ve aynı zamanda göçmenleri sadece birer sayısal veri olarak algılamanın ötesine geçen bir anlayışla çalışıyorsunuz; ki bu çok anlamlı bir yaklaşım. Bir araştırmacı olarak sayısal verinin hayattaki karşılığını ortaya koymaya çalışırken ne gibi zorluklar olabiliyor?

Araştırmacı olarak ne kadar etkili metotlar kullansak da o veriyi yorumlarken genellikle kendi bakış açımızı da yansıtıyoruz. Ben yakından tanımadığım ülkeler veya insanlar hakkında yazmaktan rahatsız olurum. Kişisel olarak o konuyu daha fazla anlamak ve göçmenlerin gözünden görmek isterim. Bu yüzden saha çalışması yapmak benim için kaçınılmaz. O nedenle o insanların evlerinde yaşamak, aynı havayı solumak bana çok şey kattı. Şöyle düşünmeye çalışmalıyız: Milyonlarca göçmenden biri ya biz olsaydık, bir gün pazardan dönerken evimizin yıkılmış olduğunu görseydik, ailemizden birilerini kaybetseydik, iki yıl boyunca çadırda yaşasaydık neler hissederdik?

Biz araştırmacılar olarak insanların hep mantığına seslenmeye çalışıyoruz ama biraz da duygularına seslenmek gerekebiliyor. Dolayısıyla daha fazla hikâyeye, romana ve empati duygusunu harekete geçirebilecek her yönteme ihtiyacımız var.

Sayısal verileri insan öyküleriyle harmanlamak

Göç üzerine kitabınızda (On the Move)  ABD’ye gelen Meksikalı göçmenleri anlatıyorsunuz. Biraz bilgi verir misiniz içeriği hakkında?

Evet, bu akademik bir kitap. Meksikalıları göçmenlerin Amerika’ya göç etme nedenlerini araştıran, aynı zamanda anket ve derinlemesine görüşmelerin de olduğu, göçmenlerin yıllara yayılan dönemlere göre göç etme nedenlerindeki değişimi inceleyen bir çalışma. Kitabın her bölümünü büyük sayısal veriler ve metodolojik yaklaşımların yanı sıra hikâyelerle harmanlamaya çalışıyorum çünkü göçe bir bütün olarak bakmamız gerekiyor. Anketlerde topladığımız veriler ve o verilerin göçle ilişkisi değil de bir insanın tüm hikâyesinde bunu nasıl görebiliyoruz’a odaklanmak önemli. Şimdi yapmak istediğim bir diğer kitap ise genel okuyucuya yönelik olacak ve daha fazla insan hikâyesi yer alacak. Başta da konuştuğumuz gibi, araştırmalarla gerçek hayat arasında bir köprü kurma çabası da diyebiliriz.